Yine bir gün boşluk bırakarak yazıyorum. Sürekli spor yapan bir insansanız, sporu bıraktığınızda günlük rutinlerin sizi daha çok yorduğunu görebilirsiniz. Havalar serin gidiyor derken Türkiye’nin en güneyinde birden sıcaklık artmaya başladı ve bununla birlikte artan nem üzerimde bir hantallık oluşturdu, yine tanıdık bir his yine çözmesi kolay. Bir de düşük enerjilerden çok etkileniyorum kuvvetle muhtemel onun da etkisi var bu son bir iki gündür olan ruh halimde. Hatta bunu bildiğim için ben senelerdir televizyon izlemiyor, uzun zamandır da sosyal medyayla aramda bir mesafe var. Sadece iş odaklı süreçlerde kullanıyorum kendilerini.
Bugüne kadar hep değiştirdiklerimden veya bıraktıklarımdan konuştuk. Yolculuk hep bunlar etrafında mı gidiyor? En önce kendine karşı dürüst olmalı insan, hayır. Değişim yaratmak, kurtulmak, ileri gitmek bunlar hep kulağa hoş gelir çünkü insandaki yapabilme hissini tetikler. Peki ya değiştirmediklerimiz? Bırakamadıklarımız? Değiştirmeyi ya da bırakmayı istemediklerimiz? Buraya kadar olumsuz enerjili sorulardı bir de; Değişmemesi gerekenler? var.
Yine iki parçada konuşalım hepsini…
İlk olarak bir türlü kurtulamadığımız, hala aynı değişmiyor dediğimiz belkide onlarca şey vardır hayatımızda. Değişim elbette her zaman mümkündür. Ancak Antagonist Yasası der ki; değiştirmek istediğin şey ne kadar büyükse karşılacağın direnç o kadar fazladır. Bunu bir düzeni değiştirmek olarak da düşünebilir bir kemiği kırmak olarak da yaklaşabilirsiniz. Değiştirmek istenilen sistem ya da düzen ne denli büyük bir kapsama sahipse onu değiştirmek için o kadar büyük bir enerjiye ihtiyaç olur. Dinamikleri çok farklı olduğu için farklı yaklaşımlar kullanmak gerekirken, değişim sürecini de doğru yönetmek gerekir.
Yanlış kaynayan kemiğin doğru kaynaması için kırılması gerektiği gibi, yanlış yolda giden şeylerinde mutlaka değişmesi gerekir. Ancak kemiğin kırılmasındaki acıdan korktuğumuz gibi bu değişimi başlatmak da bize korkutucu gelebilir. Çünkü karşılacağımız dirence karşı ne cesaretimiz vardır ne de sonunda olacak değişime dair inanç… O yüzden insan burada kader diyip boyun eğer ve o yanlışlıkların arasında kaybolup gider. İşte burası bir türlü değişmeyen, bir türlü bırakamadıklarımızın evreniydi.
Peki ya paralel evrende neler oluyor?
İkinci durum ise ne olursa olsun, nereye gidersek gidelim, kimin gittiği ya da geldiği önemli olmadan değişmemesi gerekenlerdir. Hayat dediğimiz yolculuk bizi doğum ile ölüm arasındaki bir süreçte sayısı çok fazla olan, kimisi heyecan veren kimisi derinden yaralayan, hislerin ve düşüncelerin sürekli değiştiği deneyimlere tabii tutuyor. Bütün bu deneyimlerin çerçevesinde her şey değişiyor mu? Değişmeyen tek şey değişimin ta kendisidir gibi bir cümleyi ne ben yazdım ne siz söylediniz.
Elbette kimse doğduğu anda olduğu gibi bir hayat sürmüyor ki öyle olsaydı avcı toplayıcı dönemden bugüne gelmemiz zaten mümkün olmazdı. Ancak biliyoruz ki bazı şeylerden sonra, kendini bilmek gibi, insanda değişmemesi gereken noktalar ortaya çıkıyor. Bunlar karakter, değerler, yaşam tarzı gibi kavramlar olabilir. Bu saydıklarım zaten kolay kolay değişmesin bi zahmet yoksa her yanımızda dengesizliklerle boğuşmak zorunda kalıyoruz.
Ama benim asıl dikkat çekmek istediğim nokta bizim özellikle değişmesini ya da bırakmayı istemediklerimiz. Kızsalar da bağırsalar da bizi büyüten ebeveynlerimize olan bağımız, beş parmağın beşinin bir olmayışıyla güzel olan kardeşlerimiz, kavga etsek de beş dakika sonra keyifle oyun oynayabildiğimiz arkadaşlarımız, bütün yaramazlıklarına rağmen bir öpücükle sinirimizi alan çocuklarımız, canımızı yaksa da bazen saf sevgiyle bağlı olduğumuz sevgilimiz, yendiğinde çok sevindiğimiz ama yenildiğinde de vazgeçmediğimiz takımımız…
Bazı şeylerden vazgeçmenin, bırakmanın zor olduğu gibi bazı şeylerden de özellikle kopmaz insan. Bunun nedenleri, hisleri, sonuçları durumdan duruma değişir. Ama bugün geldiğim noktada görüyorum ki adanmışlık gerektiren bir yol ancak ve ancak teslimiyet ardından da sahip olduklarının kıymetini bilerek ve yanında taşıdıklarından bazılarını yolda bırakmayarak anlamlı bir yolculuk oluyor.
Bu yazı ne kadar yürüsek de, uzaklaştığımızı düşünsek de hep içimizde olacak olanlar içindi. Bizi biz yapanlar, onlar iyi ki varlar…