Garip ve üzücü gelişmelerin ardından yeniden kendi yolculuğuma dair gelişmeleri sizinle paylaşmaya döneyim istiyorum. Son bir haftada gerçekten can sıkıcı şeyler yaşasam da bireysel motivasyonumdan hiç uzaklaşmadım. Geçmişte bazen insanlara ya da olaylara kızıp yaptıklarımdan vazgeçme noktasına gelmiş bir insan olarak bu motivasyondan uzaklaşmamış olmak benim için önemliydi. Hayatın bireysel olarak anlamlandırma yolculuğu olduğunu anlatıp ardından da böyle şeyler söylemek enteresan oluyor tabi. Öyle her şeyden etkilenmiyorum elbette. Herkesin olduğu gibi benim de hassas noktalarım var zaten bütün deneyimlerimin de en zorlandığım kısımları bu noktalardan geçiyor.
Bir de beni bu zamana kadar etkileyen şeylerden birisi de çok şey yapmak istiyor oluşum. Bu bence kesinlikle bir dezavantaj değil çünkü kendimi her daim tutkuları olan bir insan olarak gördüm ve bu tutkuların peşinden gitmekten asla geri durmadım. Cesaret, sorumluluk, çalışma isteği, hayali gerçekleştirme arzusu doğumumda bana direkt olarak verilmiş özellikler olduğu için bu yolda attığım adımlardan hiç çekinmedim. Aynı zamanda da düşünce sistemimin disiplinlerarası oluşu yine aynı yolda yürüyüşümü kolaylaştırdı.
Peki hızlandırdı mı?
Aslında pek değil. Bu noktadan itibaren özeleştiri yapıp kendi hayatımdaki yaptığım hataların bir kısmının sebebi olan noktaya değineceğim. Çok şey yapmak istemek, hayal kurmak kesinlikle harika şeyler ancak bunların hepsini aynı anda yapmaya çalıştığımızda ortaya bir karışıklık çıkıyor. Sanıyorum ki çok enerji üreten ve bu enerjiyi kullanma potansiyeline sahip olduğum için bir şekilde bir şeylerin biraz çabuk olmasını istiyorum. Ama evet bunları isteyip böyle hareket etmek pek hız kazandırmıyor çoğu zaman.
Aradığımız her şeyin bir benzerini doğada mutlaka görüyorum. Şuraya meyve vermek isteyen bir tohum çizelim…
Bir tohumun yolculuğu gibi, Bambu’nun Yolculuğu yazımı hatırlayın, tohumun toprağa ekilme zamanıyla başlayan bir süreç var. İlk ekim anında başlayıp toprağın altında kendi kabuklarını kırma süreci ve bu çıkışını toprağın üzerine ilk çıkış anıyla taçlandırması doğumun ta kendisi. Minik bir fidenin gelişip büyümesi, gövdesinin güçlenmesi, boyunun uzaması, yapraklarının çoğalması çocukluğumuzdan gençliğimize doğru geçişimiz aslında. Topraktan çıktık, büyüdük, heybetlendik ve artık meyve verme vakti. Meyvelerin olgunlaşma süreci bile başlı başına benim için yeniden doğuşu simgeliyor, bu da bana insanın olgunluk dönemini hatırlatıyor.
Gelişmemiş bir fidenin meyve veremeyeceğini zaten hepimiz biliyoruz ancak verse de gövdesinin o meyveyi kaldıramayacağını da hatırlamak gerekiyor. Yaz meyvesinin, kış döneminde olmadığı gibi serada yetişenlerin de tadının tuzunun olmadığını da biliyoruz. Doğa bize yine çok net bir mesaj veriyor, her şey zamanında olur. Kendime uzun zamandır hatırlattığım mesajlardan birisi tam da bu. Yapmam gerekenleri sıraya koyduğumdan bu yana, karları çözülmesinin ardından bütün muhteşemliğiyle akan bir şelale gibi her şey daha hızlı ve berrak bir şekilde gerçekleşiyor.
Hayal et, iste, çalış ve bekle…
Olmuyorsa da zorlama, o toprağın tohumu olmayabilirsin. Seni yeşertip büyütecek toprak da çiftçi de başkadır…