Aslan – Orman – Ağaç – Fidan – Tohum / 26.8.2021

Bir tohumdum doğanın ortasında, toprağın altında, karanlıkta, sıkışık bir yerde doğmayı bekleyen. Haberim yoktu dışarda olacak olanlardan, hiç bilmiyordum toprağın üstünde neler olduğunu. Bir gün toprağın üstüne çıktığımda görebilecektim her şeyi ama çıkmanın da bir zamanı vardı. Ne erkendi ne geçti, yine tam zamanında toprağın arasından geçerek buluşacaktım yine aynı aradan bana göz kırpan gökyüzü ile. Bilmiyorum ne olacağını, nasıl olacağını, sadece bekliyordum.

Bir tohumdum belki doğaya rastgele saçılmış, belki beklentilerle ekilmiş, belki de özenle toprağa bırakılmış. Bilmiyorsun ki hangisi, emin olamıyorsun… Ama tohumsun işte, bir zamanın var. Bir gün gelecek ve o gün geldiğinde sen toprağın altından başlayacaksın yolculuğuna. O gün gelene kadar bekleyeceksin, duracaksın ve hazırlanacaksın. Bekledim, durdum ve hazırlandım.

Bir fidandım yeni yeni heyecanla dolu, meraklı, enerjik. Merhaba demiştim sakin, durağan, karanlık toprak altından çıkıp hareketli, karışık, bir aydınlık bir karanlık yeryüzüne. Yine bilmiyordum ne olur, nasıl olur, gelenler geçenler kimdir, ne anlatırlar niye gelirler niye geçerler. Hepsini tutup merhaba demek istercesine istekle doluydum ve bir sürü şey öğrenecektim gelenden de geçenden de. Fakat yine bilmiyordum neyi, ne zaman, nasıl öğreneceğimi.

Bir fidandım ve henüz alışamamıştım toprağın bu tarafına ama geri dönmek de yoktu ki zaten istemezdim de. Ama yeniysen bu yerde narinsindir, kırılgansındır, yeni yeni güçleniyordur köklerin ve zaman alır karmaşıklığın içinden gelenlere karşı dik durabilmek. Bildiğim bir şeyler vardı elbet onların peşinden gitmem gerekiyordu. Büyümek, kök salmak, güçlenmek, genişlemek, gelişmek, dallarımı uzatmak, çiçekler açmak, meyve verme ya da gölge olmak… Hepsi mümkündü, sadece devam etmeliydim. Büyüdüm, geliştim, güçlendim.

Bir ağaçtım gövdesi kalın, dalları ve yaprakları gür, kökleri sağlam, meyveleri onlarca… Görmüştüm nice fırtınaları, nice ezilme anlarını, nice kesilme anlarını ve dahası nice kırılma anlarını. Anlıyordum her gün geçtikçe gelenin, gidenin, duranın, kıranın, su vereninin, adını gövdeme kazıyanın, fotoğraf çekilenin… Hepsinin anlamını. E tabi ağaçsan olacak bunların hepsi çünkü doğamda var bunların hepsi. Peki ya sonra ne olacaktı? Ne işe yaracaktı buradan sonra? Nasıl ilerleyecekti her şey?

Bir ağaçtım dinginleşmiş, ağırlaşmış, yaş halkaları günden güne artmış. Fırtınalar artık birer arkadaş, mevsimlere daha fazla alışmış ve yine gelene geçene yoldaş. Ne yapardı koca gövdeli bir ağaç? Konardı dallarına kuşlar, tırmanırdı onca hayvan, esirgemezdi gölgesini, yapraklarıyla konuşur, dallarıyla kucaklar, kökleriyle destek olurdu. Hepsi olurdu, durmalıydım olduğum gibi. Durdum, oluyorum olduğum gibi.

Sonra başka bir tohum oldu ağaç. Belki düştü kendiliğinden toprağa belki özellikle ekildi başka bir diyara. Toprağa düşen büyüdü kendi kendine, işi zor gibiydi ama başka çaresi de yoktu. Ekilenle ilgilenildi, bakıldı sulandı. Peki ya yeşerdiği yer olması gereken yer miydi? Doğasından ayrılan büyüyebilecek miydi hiç bilmediği yerde?

Hiç bilemeyeceğiz belki de neler olacak ama toprağa düştüysen yeşereceksin. Yeşerdiysen, büyüyeceksin. Büyüdüysen, büyüteceksin.

Her an toprağa yeniden düşen ben. Her an yeniden yeşeren ben. Her an yeniden büyüyen ben. Her anda ben. Bütün anlarda buluşan biz, orman.

Yazının burasına kadar gelenlere hediyem olan şarkı için buraya tıklayın.