Her yıl 1 Ocak sabahı insanlık açısından susmuş, sakin, sessizliğe bürünmüş olan hayat bu yıl ilginçtir biraz daha farklı hissettiriyor. Belki de ilk defa bu kadar hareketliymiş gibi geliyor. Bunun sebepleri kendi içimdeki enerji de olabileceği gibi 2 yıldır alıştığımız hayat ile değişen eğlence anlayışımız ve insanlığın büyük bir bölümünün maddi açıdan soru işaretleriyle dolu olması da olabilir. Tıpkı hayat gibi bu sorunun cevabıda nereden baktığımıza ve kime sorduğumuza göre değişebilir. Her şeye rağmen 2022 sürprizlerle dolu bir yıl olacak biliyorum.
Hep söylediğim ve her farkındalık anında zihnimin bir köşesinde yankılanan bir bakış açısı var. Hiçbir zaman her şey toz pembe güzel olacak diye düşünmüyorum. Yeni yıla da girsek, doğum günü de kutlasak, ekinoksların değişimi de gerçekleşse hiçbir şey tamamen ne çok güzel ne çok iyi ne de çok pozitif olacak. Bunu söylediğimde birkaç kez var olan olumlu durumu negatif etkilediğimi söyleyenlerle karşılaşmıştım fakat farklı açıdan da olumsuz durumlar içerisinde de olumluyu görebilmemi sağlayan bir açı bence. Farklı bir noktada da olumlu durumun içerisinde olumsuz kısmın varlığını görebilmek, anlamak ve kabul etmek yine bence sahip olunan olumlu durumun kıymetini bilmemi sağlıyor. Bu sebeple hayatın sırrı denge dediğim kendi yaşamımda dengenin varlığı ile aslında olumlu anların tamamının bizim nerede durmayı seçtiğimizle alakalı olduğunun da bilincindeyim.
Bu sabah zihnimde kendini öne atmak isteyen düşüncelerden birisi ise; herkes ne kadar çok konuşuyor. Evet cidden herkes ne kadar çok konuşuyor, bazen ben dahil. Konuşmanın içeriği, tarzı ve elbette konuşanın kendisi önemliyken konuşma eylemi ne kadar dikkat edilmesi gereken bir şey diye düşünüyorum. Bir yandan hayatımın bir kısmı özellikle konuşmam gereken anlarla dolu ya da özellikle konuşmamı isteyen insanlarla birlikteyken konuşma eylemine böyle eleştirel bakmamın farklı sebepleri var.
Öyle bir zamanın içerisindeyiz ki en çok konuşan hatta bağırarak diğerlerini susturan haklıymış, doğruymuş, en “şeymiş” gibi düşünme eğilimindeyiz. Elbette hiç alakası yok. Doğanın kendi doğası gereği herhangi bir konuda güçlü olan diğerine bulundukları şartlar altında üstünlük kuruyor ve kazandığı şey ise hayatta kalmaya devam etme şansı oluyor. Biz insanların hayatlarında bu çok daha karmaşık bir durumda bence. Gücün türünü tanımlama ya da kullanım alanını değerlendirme aşamaları yetersiz kalıyor ve sistemlerin içerisindeki dinamiklerin çok değişkenliği ile karşı karşıya kalıyoruz.
Sorunlu bir anda fiziken güçlü olmak işe yarar gibi görünebilir ancak bu durumun bir okul içerisinde olduğunu düşünelim. Okul kuralları gereği başka bir öğrenciye fiziki güç uygulamak elbette hoş karşılanmayacaktır hatta hoş karşılanmak çok yumuşak bir tabir olarak kalabilir, direkt ceza ile karşılaşırız. Bu durumda gördüğümüz şey fiziki gücümüzün üzerinde daha etkili olan kuralların gücü ile karşılaşmamızdır. Başka bir sorunlu anda yine fiziki gücü kullanmayı seçebiliriz ve bu an bu sefer bir sokak ortası olsun. Biz yine güce güvenip harekete geçerken karşı taraf farklı bir güce sahip olabilir. Belki dövüş sanatlarından birisini biliyordur ve fiziki gücü az görünmesine rağmen sahip olduğunu çok daha etkili kullanabilir ya da bunlar olmadan kesici – delici aletlere sahip olarak karşı bir tepki ortaya koyabilir. Dinamikler o kadar değişken ki aynı durumun içerisinde bizim baktığımız ile karşı tarafın baktığı örtüşmeye biliyor hatta olayın içerisindeki aşamalar ilerledikçe bizim de baktığımız yer değişebiliyor. Vicdanının sesini dinleyen bir insanın fiziki gücünü kullanmaktan vazgeçmesi gibi…
“Gerçekten de öyle olmuştu. Sonsuza götüren bir denizin kıyısına varmıştım.
O zaman anladım ki, susmak bir cüsse işi. Derin denizlerin işi.
Sığ suları en hafif rüzgarlar bile coşturabiliyor.
Derin denizleri ise ancak derin sevdalar..
Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her şey susuyor.
Anladım ki susan her şey derin ve heybetli.”
Diyor Şems-i Tebrizi… Açıkçası gerçekten ona mı ait bilmiyorum ama gelin biz yine satırların bize anlattığına bakalım. Konuşmanın yarattığı etkinin tam dengelendiği tarafta bir de susmanın ağırlığı var. Öyle bir durum ki hani hep derler ya susmak bazen verilebilecek en büyük cevaptır diye bunu ancak susan değil söyledikleri karşısında susmuş bir insandan cevap bekleyen anlar. Bazen de öyle bir an gelir ki; iki insan, zihin, ruh veya beden karşılaştığında kendiliğinden susarlar. İşte benim en sevdiğim en yüksek verimlilikte iletişim anı tam olarak budur. Bazen o kadar iyi anlar ki insan karşısındakini, bu anlayışı ne harfler ne kelimeler ne de cümleler açıklamaya yeter. Bazen de sussanız gönlünüz razı değildir, konuşsanız tesiri yoktur. Bambaşka bir araf…
Yaşayan bir insan olarak zihnimiz bizimle konuşuyor hatta hiç susmuyor. Meditasyona yeni başlayanlardan sık duyduğum bir yaklaşım; zihni susturmak. Zihninizin sustuğu yerde ölmüşsünüz demektir. Beynin elektrik akışı kesilmiştir artık, fişten çekilmiş bir alet gibi sadece öylesine durur. Ancak meditasyondaki temel niyet zihnin düşünce akışından bir adım geri atarak hem düşünceleri hem de hayat akışını izleyebilmektir. Ruhlarımızın zihin aracılığıyla bedenlerimizde Dünya’da bir deneyim yaşıyor. Ancak filtre ve ardından karar verme görevi olan zihinlerimiz geldiğimiz zamanda kirli, tembel ve manipüle edilmeye alışmış bir halde. Hepimizin kendi hayatlarını yaşadığı ya da yaşamasının kendince en doğru olduğu bu deneyimlerde bunu nasıl mümkün kılarız? Zihinden bir adım geriye atarak hepsi kendine özel ve kendi yolculuğuna sahip olan ruhlarımızın Dünya’da kendi yollarını bulmasını sağlayarak. Tamam da bu nasıl? Onu da 2022’de Ozan’la Yolda ile daha fazla gösteriyor olacağım.
İşte son kurduğum cümle susmanın derinliğini bilen ben için farklı bir anlam taşıyor. Susmak çok anlamlı, çok değerli, çok muhteşem biliyorum. Ancak bizim sustuğumuz yerde karşıdaki konuşmaya devam ediyorsa geriye kalan herkes onu dinlemeye başlayabilir hatta her zaman başladı da. Biliyorum ki kimseye herhangi bir şeyi kanıtlamaya ihtiyacımız yok fakat insan kendi düşüncesini dile getirmediğinde, susmayı seçtiğinde konuşmasından rahatsız olduğu insanların düzenlediği Dünya içinde yaşamak durumunda kalıyor. İnandığı şeyi anlatmalı insan, düşündüklerini söylemeli, tepkisini belirtmeli, ışığını hep parlatmalı…
Özel olarak planladığım hedeflerim bir kenara içimde yeni yıldan ötede yeni her an için taşıdığım niyetler var. Bu niyetlerle, bilgilerimle, deneyimlerimle ve bilgeliğimle kurduğum hayallerin tek tek gerçeğe dönüşme yolculuğunu yaşıyorum. Bu yolculukta adım attıkça da her adımda kendimi aşıyorum.
Herkesin Dünyası, kendine dönüyor. Dünyalarımız dönmeye devam ederken her adımda yeni bir Dünya ile karşılaşıyoruz.
Ben Ozan Ulaş. Şimdi, şu an ve burada hiç gitmediğim yerlerde anlatılan bir hikaye yazıyorum. Bu hikayenin yeni döneminde, yeni yolculuklara dair içimde sonsuz bir sevgi, heyecan ve merak var.
Alesta!