“Yazmadım seni daha,
Sevmeye ayırdım tüm zamanları.
Yazmaya bu yüzden vaktim olmadı.
…”
İçimdeki sesin tam olarak yazıya dönüşmüş hali bu dizelerle başlasa da hikayesi çok öncesine dayanıyor. Her anını hatırlamaktan, anılarını yaşamaktan büyük keyif duyduğum ve şimdilerde ise hayatımın ortasında göz kamaştırıcı derecede varlığını hissettiren bir hikaye…
Hep söylerim aslında insanın hayatı; kendi yazıp yönettiği, kendi oynadığı ve hatta her şeyin sonunda, film şeridi gibi geçen o anlarda, kendi izlediği koca bir filmdir. Aslında buradan filmi çıkartıp yerine tablo koysak ya da özel tasarım bir çanta da olabilir, pek bir şey değişmez gibi. Çünkü nereden bakarsak bakalım, yaptığımız şey bir sanat eserini ilmek ilmek işlemek.
Sanat varsa haliyle Sanatçı da var işin içinde. Bütün bilgisi, deneyimi ve bakış açısıyla dizeleri yazan, oyunu oynayan, fırça darbelerini ardı ardına tuvale işleyen o eşsiz enerjiler. Evet sanatçı bir enerji, sanat da öyle, sen de öylesin, ben de öyleyim, hayat öyle…
Hayat… Sanki hızlı söyleyince çok yoran ama derin bir nefesin ardından söyleyince ne yüce ne anlamlı bir akış. Ben genelde ikinci kısımdayım, elbette bire geçtiğim noktalar da oluyor ama insanlık hali deyip geçiştiriyorum, bunun tamamen benim bakış açımdan kaynaklı olduğu bilinciyle. İşte bu dualitenin ortaya çıkardığı sanat eserinin içinde yolculuklarımıza devam ederken, taraf değiştirmeme sebep olan bir sürü etken var. Bazen bir an, bazen bir yer, bazen bir bilgi, bazense bir insan…
Ne olursa ya da kim olursa olsun hepsi bir deneyim ama bu deneyimleri anlamak yine bazen çok ihtişamlı bir şeyi keşfetmek, hissetmek ya da yaşamak gibi. Ruhum, zihin dediğimiz filtrenin arasından geçip Dünya üzerinde bütün bu anlattıklarımı deneyimler iken gelen bu an’lamalarla yaşam bambaşka bir yöne doğru ilerliyor. İnsan an’ladığı anlarla olgunlaşıyor. Anı an’lamak ise tam olarak anın içerisindeki varoluşun sana sunduğu güzellikleri keşfetmekle mümkün. Böyle bilmiş konuşunca güzel oluyor ama bazen bir an geliyor, birisi geliyor ve bütün bildiklerini unutturuyor. İşte oradan sonra bütün Dünya; onu söylüyor,onu gösteriyor, onu yazıyor…
“Ben düşünmeye başlayınca seni,
-ki bu bir önceki düşünmenin sonundan çok öncedir-
İnan ki dağlar, taşlar, inan ki bulutlar, yağmur ve kar
Toprakla su ve gökyüzü, güneş, ay ve yıldızlar…
Onlar da benimle birlikte
Ve onlar da benim kadar seni düşünürler…
Benim kadar diyemem ama yemin ederim onlar da seni özler.”
Tanıdık, bildik bir his… Hiç yabancılık çekmiyorsun, hiç yadırgamıyorsun hatta görmemezlikten gelmek mümkün bile değil. Çünkü senden… Senin en içinden, en derininden geliyor. Her şeyin, o bahsettiğim bütün bilinenlerin ötesinden geliyor, ki oradan geldiği için zaten bütün bildiklerini unutturuyor. Belki de yüzyıllardır her yaşamında aradığın, istediğin, arzuladığın, ihtiyacın olan bir şey ama zaten anlıyorsun ki bütün zaman ve mekanların ötesinde yine seninle. Oluyor, aklını başından da alıyor, başını da döndürüyor… Hiç beklemediğin anda, hazırlıksız olduğun anda gerçi hazırlık yapsan da bir şeyin değişeceğini düşünmüyorum da geliyor işte. Daha önce deneyimlemediğin ama evet senden olduğu için yabancılıkta çekmediğin o his hayatın bütün gidişatını değiştiriyor.
Karın ortasında açan bir çiçek, sıcak kumlardan sonra girilen bir deniz, yorgunluğun ardından deliksiz bir uyku, çölde bir su, koca bir savaş alanında kazanılan zafer, millerce seyahatten sonra gelen hazine, kuşandığın zırhının ardına dokunan sıcacık bir his… Dedim ya beklemediğin anda… Dengen şaşar, ne yapacağını bilemez olursun, dilin heyecandan birbirine dolanır, içindekiler çıkana kadar neşeden karnın ağrır. Hayat artık eskisi gibi değildir, devam ediyordur ama yapacak tek ve zaten en iyi şey bütün bunları yaşamaktır.
“Hep dalgınım bugünlerde
Saati cezveye koyup yumurta tutuyorum.
Bir gün takvime bakmasam yılı unutuyorum.
Aklım başıma gelmiyor, başıma çarpmadan dallar
Yolda yürürken dalıp dalıp gidiyorum
Nisan’a kaç var diyorum saati sorarken”
Ben şimdilerde yepyeni denizlere yelken açmış bir denizcinin duyduğu heyecanla doluyum. Öylesine heyecanlıdır ki bu denizci, yolculuğun kendine ne getireceğini pek düşünmez hatta belki de hiç düşünmez. Kendisini bu yolculuğa çıkartan, kendinden olan, zihninin bütün kıvrımlarında dolaşan, her kalp ritminde içini titreten, attığı her adımda ya da dokunduğu her yerde hissettiği bir nedeni vardır. Evet, ne getireceğini düşünmez denizci… Harekete geçiren şey cesareti, yolculuğa adanmasını sağlayansa tutkusudur. Ve her şey seyahat ettiği denizler gibi derindir.
Ne olay örgüsü kaldı, ne yazı bütünlüğü… Olsun, olur o kadar. İnsan kendini bütün hissettikten sonra her şey bir şekilde tamamlanıyor. Parçalar yerine oturuyor, zaman her şeyin ilacı olmaya devam ediyor. Bir de o kadar uzun zamandır böyle uzun yazmamışım ki onun da etkisi var haliyle. Yeniden şarkılar da söylenir, yeniden yazılar da yazılır… Yaşayan bilir bir tek ne olduğunu.
“Hiç böyle olmamıştım.
Bilenlere sordum; “aşk bu” dediler…”
İşte yine deriiin bir nefes…
Bütün hepsi yaşamın kendisi. Yaşam ise yaşayabilmek ruhunun titrediği gibi. Ne bastırmak, ne boşa harcamak… Ancak işte geldiğinde o titreşim, ne plan kalır ne program. Eskisi gibi olmadığım kesin, nasıl olacağımı bilmediğim de kesin. Daha çok yazacağım onun da farkındayım…
Yeryüzüne gelen bu enerji için teşekkürler etmek gerek. Varlığını kutlamak gerek. Ne olursa olsun kıymetini bilip, korumak gerek. Ama belki de burayı da düzeltmek gerek… Gereklilik olduğu için değil, içinden geldiği için.
Son günlerime ve yazıma eşlik eden şiiri, çok değerli Yıldız Kenter’in sesinden dinlemek isteyenler için buraya bırakıyorum.
Dedim ya daha çok yazacağım… Ancak bugün… Ya da bilinen bütün zamanlarda… İyi ki varsın!