Yolculuğun Değeri / 47. & 48.Gün

“…
Böylesine sevilecek bu dünya
“Yaşadım” diyebilmen için…” – N. Hikmet Ran



Uzun sorgulamalarla geçen iki günün ardından yeniden merhaba. 4 aydır sürekli öne çıkan iki tane kavram dolanıp duruyor etrafımda, sorumluluk ve cesaret. 4 aydır ne duysam ne dinlesem bu iki arkadaşla ilgili dersler çıkartıyorum. Gelin iki gündür aklımdan geçenleri anlatayım ve gizli güzelliği beraber keşfedelim.

Değişmek nedir? Değişim nedir? Son zamanlarda en çok duyuyoruz değil mi bu ikiliyi. Alışkanlıklarımız değişiyor, değişim süreci, bir de bunlara ek olarak dönüşüm var tabii… Kelime anlamı olarak baktığımızda değişmek;” biçimini ya da durumunu değiştirmek, bir başka biçime ya da duruma girmek”, değişim de bu eylemin gerçeklemesi.

E peki tamam da yani?

Net olarak hepimiz biliyoruz her alanda ve anlamda bir değişim sürecindeyiz. Üstelik bu süreç bu salgın ile başlamadı, doğduğumuzdan bu yana hatta bizden binlerce yıl öncesinde, Dünya gaz ve toz bulutuyken, yetmedi ondan da önce değişim hep vardı. Bütün bu sistemlerin değişimini, yenilenmesini durdurmak gibi bir seçenek var mı? Var diyen varsa lütfen ulaşsın bana, bir şey deneyeceğiz.

O zaman salgın bize neyi gösterdi? Salgınla birlikte ne başladı? Bu değişimleri, özellikle kendi içimizdekileri kendi hayatımızdakileri görebilme süreci başladı. Hep şöyle oluyordu sanki, bir şeyler olur, yıllar geçer, insanlar gireri-çıkar, mekanlar değişir… Sonra bi bakarız ve kurulan cümle şu olur, nasıl değişmiş her şey. Bir de bunun farklı bir versiyonu var, o da sen çok değiştin demek ki o bahaneden ibarettir bence.

Gördük değişimi, şimdi ne olacak? Biz ne istersek o olacak. Çok mu basit? Yoksa çok mu zor? Bence her ikisi de. Nasıl her ikisi de? Gelin bi bakalım o zaman.

Basit kısımdan başlayalım ki devamı için motive oluruz belki. Ne demek  biz ne istersek o olacak? Şimdi burada kendinizi bir hamur gibi düşünün. Bir hamur ile neler yapılabilir? Benim gibi damak tadını düşünenler için akla gelenler börek, tatlı, pişi ya da pandemi trendlerinden evde ekmek yapmak gibi şeyler olabilir. E hamuru neden sadece yemek olarak düşündük? Bir çocuğa verdiğimizde gayet yaratıcı şeyler çıkarabilir. Küçükken çoğumuz hamurla oynamıştır ya da çocuğunu oynatanlar vardır aramızda. İnsan, araba, çiçek, robot… Neler çıkacağını tahmin bile edemeyiz. Elimizdeki hamuru, yani kendimizi hangi şekle istersek ona sokabiliriz.

Şimdi o zor kısma geçelim, bizi geri tutan, burası iyi ya boşver dedirten yerlere… Peki bu hamur zaman geçtikçe ne olur? Bozulur, ekşir, sertleşir yani ne şekil alır ne tat verir. O zaman bizim yapmamız gereken şey açıkça ortada değil mi? Bu süreci yönetebilmek, kendimizi kontrol edebilmek.

İşte tam da buradan itibaren en başta konuştuğumuz iki kavram devreye giriyor, sorumluluk ve cesaret.

Sahip olduğumuz hamura istediğimiz şekli verebileceğimize inandıktan sonra olması gereken bütün bu değişim sürecinin sorumluluğunu alabilmek, bu sorumluluğu alma cesaretini gösterebilmek.  Kendi değişimimizi kontrol edemezsek,  hayatımızın dümenini başkalarına veririz. Ve hiç ait olmadığımız yerlerde, mutlu olmadığımız insanlarla hayatımızı depresif deneyimlerle geçirmeye devam ederiz. Yani bu hamuru komşunun çocuğunun ellerine vermeyin, el lezzetini sevmediklerinize yaptırtmayın.

Bütün bunlar işte yolculuğa değer katan noktalardan bazıları. Üzgünüm çoğu yine başkalarının söylediklerine inanıp başka yollar seçecek ama yapılabilecek bir şey yok. Değişime cesaret gösteremeyip, bütün bu sürecin sorumluluğunu alamayanlar günün birinde ekşimeye ve sertleşmeye mahkum oluyorlar.

Önceden de söylendiği gibi yumurta dıştan kırılırsa bir hayat biter, içten kırılırsa bir hayat başlar. Şimdi sahne cesurların ve sorumluluk sahiplerinin.